13 Nisan 2011 Çarşamba

Sevgi Denen İlaç

Bilimin keşfettiği en güzel şey sanırım.
Psikiyatristler, ruhsal hastalıkların kökeninde "sevgisizlik" olduğu sonucuna vardılar. Bir çocuk, programlı mı yetiştirilmeli programsız mı? ya da dayak yerse ne olur yemezse ne olur ? görüşleri üzerinde tartışan çocuk psikologları, çocuk sevildiği sürece, bütün bunların hiçbir önem taşımadığı sonucuna da vardılar. (yok artık )Sevgi, toplum bilimcilerine göre ihmalkarlığın, krimolojistlere göre ise suçun cevabı olarak bulundu.

Sevgiyi en uygun şöyle anlatabiliriz. Sevgi, sevilen kişinin içinde büyüdüğü topraktır ve bu toprak o kişiyi , sınırlamadan ve kısıtlamadan geliştirir.Sevginin temeli "vermek" tir. Oysa biz onu "almak" olarak düşünürüz.

Dr. Harry A. Overstreet kişisinin dediğine göre; "Kişiye karşı duyulan sevgi, ona sahip çıkma demek değildir. İnsan gerçekten sevmediğini bile kendisine çeşitli bağlarla bağlayıp esir etmeye çalışabilir."

Ve Dr. Erich Fromm kişisinin dediğine göre ise; " Sevmek, sevilen kişiye özen göstermek, onun hayatından, insani güçlerini kazanma ve geliştirmesinden kendini sorumlu tutmak demektir."

İnsan ilişkileri üzerine kurulmuş birçok enstitüde; hastalık nedeni sevgisizliğe dayanan hastalara layık olsunlar ya da olmasınlar, özel bir sevgi gösterilmekteydi. Odasından hiç çıkmayan ve kimse ile sıcak insancıl ilişkiler kurmayan, sevgisiz yetişmiş 35 yaşında bir beyfendiye şizofreni teşhisi konmuş. Doktorlar ve hemşireler, onunla oyun oynamışlar ve sıradan da olsa ne zaman görseler ona iltifat etmişler. Bir süre sonra kişinin odasından çıktığını gözlemlemişler. Dünya , kendisine artık o kadar da korkunç gözükmemeye başlamış.

Yine aynı şekilde ıslah olamaz denilen sorunlu bir çocukla karşı karşıya kalan yetkililer, ona güvendiklerini ve onu sevdiklerini gösterdikten 6 ay sonra, çocuk daha iyi bir insan haline gelmiş. Hatta iyi hemşilerilik madalyonu kazanmış. (o nasıl birşey bilinmez.)

Kendini kaybedip önüne gelenle ilişkiye giren insanların da temel sorunu bu sevgisizlik. Sevgi bağından habersizler, sevgiyi ne verebiliyor ne de alabiliyorlar ama yine de " çocukluklarında doyurulmamış gereksinmelere dayanan aşırı sevgi istemi" içerisinde oluyorlar. Bu kliniklerce, ki bence bunlar eskide kaldı, böyle insanlara sevgi verilerek, öz saygılarını tekrar kazanmaları sağlanılıyor.

Yine Dr. Fromm'a göre, " İnsanlar sevmekten daha kolay birşey olmadığını zannediyorlar. Oysa, tam tersi. Herkes sevme yeteneğine sahip ama bunun gerçekleştirilmesi çok zor. "

Bir koca eşini, güzel, becerikli ve yetenekli olduğu için sevdiğini sanabilir. Bu sevgi değil, takdirdir. Sevgi, sevilen objenin özelliklerine değil, kişinin sevme yeteneğine bağlıdır. Bu yetenek sonradan kazanılan birşeydir.Çoğumuzun sandığının aksine kendiliğinden elde edilebilen birşey değildir. Menninger'e göre, anne ve babaların çocukları için yapabileceği en güzel şey sevmeyi öğretmektir ...

Sevmeyi öğretmenin en güzel yolu ise, örnek olmaktır. Kendi sevme yeteneğimizi kullanarak etrafımızdakilere sevmeyi öğretebiliriz, en çok da çocuklara öğretmeliyiz . Çocukları sadece, onları koruduğumuz ve onlara baktığımız için sevmiyoruz. Bir hayvan da yavrusu için aynısını yapar. Kendimize sormamız gerekenler şunlardır: Biz çocuklarımızı insan olarak ne derece kabul ediyoruz? Onların kişiliklerine ne kadar saygı duyuyoruz? Baskı altında tutmak veya onlara sahip çıkmak yerine, bağımsız olarak büyümelerine ne kadar yardımcı oluyoruz? Evet , bir gün çocuğun olduğunda unutma da sor bunları kendine .

Çocuklara karşı aşırı hoşgörülü olmak da iyi birşey değil. Bu, sahte sevginin tehlikeli bir biçimidir. Birçok klinik, anne babaların yarattığı bu hasarı onarmaya çalışmakla meşguldür.
Sevginin bilim tarafından keşfi, bize aynı zamanda öz sevginin önemini öğretmiştir. Başkalarını sevebilmeyi umuyorsak önce kendimizi sevmeliyiz.

Dr. Alexander Reid'e göre: "Arka arkaya gelen olaylar, ruhsal bozuklukların temelinde kişinin öz sevgisizliğinin yattığını ortaya koymuştur. İnsanlar kendilerine karşı duydukları nefretin gizli yükünü taşayacakları yerde, sağlıklı bir öz sevgiye sahip olsalardı, günümüzde psikiyatristlere 1/2 oranında daha az ihtiyaç duyulurdu."

Felix'e göre: " Öz saygı; bağlılık, değerlilik ve yeterlilik duygusu ama yine de alçak gönüllülük."

Dr. Overstreet'e göre; " Kuvvetli sevme yeteneği olan, olgun sağlıklı, kişilik sahibi bir kimse sadece karısını veya birkaç arkadaşını sevmez. Herşeyi sever. "

Ve ve ve ve. Dünya'nın geleceği de sevgiye bağlıdır. Yetiştirilen "nefret insan"ları değil "sevgi insan"ları, değişen dünyanın problemlerine doğru açıdan yönelebilecektir.
Gelecek, sevgi yeteneğine sahip kişi sayısına bağlı. Çocuklarım torunlarım umurumda hulen diyorsanız. Sevmeyi öğrenin ilk olarak. Sonra da öğretin. Hayat daha keyifli olacak, garantisini verebilirim ...

9 Nisan 2011 Cumartesi

Nicolaus Copernicus (1473 - 1543)

   Yine beni pek de ilgilendirmeyen birinin hayatına kısaca değineceğim.

    Copernicus da çok duyduğum bir isimdi. Neden? Çünkü, bu amca, evren hakkındaki bilimsel görüşün kurucusu ve uyguladığı yöntemler bakımından bilimin öncülerindendir. Yaşam tarzıymış, yaptıklarıymış, tam bir örnekmiş kendisi bizlere.

   Yaşadığı dönemde insan, evrenin merkezi idi ve dünya sadece insanoğlu için yaratılmıştı. Din ve kamuoyu böyle diyordu. Olaya yine engizisyonu karıştıracak olursak ki mecburuz, Copernicus'un ölümünden çok sonra dahi onun fikirlerini savunanları yakarak cezalandırıyordu ... Copernicus böyle bir ortamda nasıl başarılı olabildi ?

  Copernicus, İstanbul'un türkler tarafından alınmasından 20 yıl sonra Polonya'nın Baltık kıyısına yakınVistula ırmağı üzerindeki liman şehri Torun'da dünyaya gözlerini açtı. Sahil şehri çocuğu olduğundan çeşitli gemicilerden dünya üzerine hikayeler dinleyerek büyüdü. 10 yaşında babasını kaybetti. Kilise papazı rahip Lucas Watzelrode dayısı idi. Yeğen'inin eğitimi  öğrenimini üzerine alarak önce kilisede dinsel eğitim verdi. Sonra Cracow üniversitesine hukuk öğrenmesi için yolladı. Öğrenimini tamamlamadan Frauenburg'a rahip olarak atandı. O zaman hem öğrenci hem de rahip olunabiliyordu. Copernicus'un öğrencilik yılları amerika kıtasının keşfi dönemine rastlar. Ve yine bu dönem, dünya hızlı bir değişim süreci geçirmektedir.

  1496 yılında İtalya'da Bologna Üniversitesi'ne geçiş yapar. Burada geçen 4 yılı içinde, İtalya'da aynı zamanda; Papa Alexandr Borgia VI, Cezar Borgia, Ludovico Sforza, Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Machiavelli kişiler yaşamaktaydı. Yani rönesasn henüz filizleniyordu oralarda.


    Copernicus hukuk, astronomi, matematik ve yunanca öğrendi. İlk kültürel eserini 1509'da yayınladı. Zamanın modası ve geçim kaynağı olan astrolojiye asla yüz vermedi. Eserde ayın çabuk hareketi, gezegenlerin hareketlerindeki değişmeler gibi gözlemlere dayanan konular vardı. Ardından "gökyüzü kürelerinin dönüşleri" adlı kitabını yazdı. Dünya'nın güneş merkezi çevresinde dönebileceği fikrini ortaya attı. ( amanın) Fakat bunu ortaya öyle bir attı ki, sanki kendi düşüncesi değil de geçmişten devalınmış bir gelişmeymiş gibi ortaya atarak engizisyonculardan paçasını kurtarabildi. Dönemin ünlü bilim üstadları ile birlikte de çalıştı. Onlarla ortak gözlemler de yaptı. Kısaca üstadlardan faydalandı. Bunların arasında astronom Novara ve trigonometri ustası Lauchen de vardı.  Lauchen'in hazırladığı trigonometri cetvelleri günümüzde hala kullanılmaktadır.

   Copernicus, ömrünün son yıllarında en önemli eserini, dostu Lauchen'in de yardımlarıyla yazıp tamamlayabildi. Hatta kitabı da dostu sayesinde bastırabildi. Bu kitabında, insanın hiçbir şeyin merkezi olmadığını, dünyanın ise insanların evi olduğunu ve kendi sistemindeki diğer gezegenler gibi güneş çevresinde döndüğünü, yalnız insanoğlunun kendisi bilmesi ve tanıması gerektiğini önemle vurguladı. Dolayısı ile bu eser, yayınlandığı dönem çevresinde geniş yankılar yarattı. Hatta bu görüşlerin sadece bir hipotez (varsayım) olduğunu ileri sürdüler. 69 yaşında, iyice yaşlanmış olan Copernicus bu duyduğuna inanamadı resmen şok geçirdi. Doğal olarak da şevki kırıldı. 1543 mayıs başında kitabın basımı tamamlanıp Copernicus'a da bir kopyası verildi ama bu şoktan sonra adamcağız kitabı ne yapmıştır bilinmez ...

        " Kendisinde, kilise ile reformasyonun en iyi taraflarını birleştirmeyi başarmıştı. Copernicus, Polonya'da doğmuş, İtalya'da eğitilmiş bir rönesans çocuğu olarak, modern dünyanın babası sayılmıştı. "

2 Nisan 2011 Cumartesi

Galileo Galilei'nin yaşamından azıcık.

Bir kastronom olarak, sürekli duyduğum bir isimdir ... Galileo amca. Onun hayatına göz atalım şimdi de.

Anladığım kadarıyla şanına şöhretine emeklerine yakışmayan bir şekilde, sessizce ölmüş. Evet dram dolu tv dizilerimize ve hayatlarımıza daha fazlasını eklemeye gerek yok sanırım. Galileo'nun öldüğü yıl Shakespeare ve Newton doğmuş mesela. Aman ne hoş.

Galileo, İtalya'da Florance şehrinin ileri gelen ailelerinin birinin çocuğu imiş. Babası yetenekli bir müzisyen olmakla birlikte latince yunanca ve matematik bilirmiş. Herhalde oğlunu da bilim ilim sanat yönünde ilerlemesi amacıyla, Pisa'daki bir okula göndermiş. Galileo 12 yaşlarında iken başka bir okulda yunanca ve latince öğrenmiş. Daha sonra gözlerinden rahatsızlanınca onu o okuldan almışlar. Çok çalışmaktan mı bozulmuş gözleri acaba?

Herneyse, her ne ise değil tabiiki. Galileo gençken şiire ve edebiyata karşı aşırı ilgiliymiş. Virgil Horace, Seneca, Petrarch ve Aristo'nun eserlerini ezbere bilirmiş. Halbuki 17 yaşındayken kendisini Pisa Üniversitesi'nde tıp bölümüne havale etmişler. Derslerde öğretilenleri, mesela benim de yaptığım gibi bön bön dinlemiyormuş. Anlatılanları sorulara boğarak ılkını cılkını didik didik ederek tartışıyormuş. Bu sebepten takma adını "tartışmacı" koymuşlar.

1 yıl kadar sonra, kilise vaazı sırasında tavandan sarkan avizenin o edalı sallanışı, Galileo'nun ilk buluşunun temellerini atmasını sağlamış. Sonuç olarak "sarkaç" bulunmuş ve salınım için geçen zamanın değişmediği esası ortaya konmuş.

Sonracığıma, zamanın yetenekli matematikçisi ve Euclid öğreticisi Ricci'yle tanışmış. Tanışır tanışmaz Archimedes'in eserlerini incelemeye başlamışlar. Galileo böylece, maddenin özelliklerini açıklamak üzere, deney ile matematiğin birbirine nasıl kombine edilidiği sentezini anlamış. Evet, bu çok önemli bir olay aslında. deney ve matematik demek, fizik, biyoloji, kimya, astronomi demek en basit tabiri ile... Bu önemli kavrayıştan sonra ilk meyvesini vermiş ağaç dediğimiz Galileo'nun beyni. İki metalden meydana gelen bir alaşımda , alaşımı oluşturan metallerin göreli ağırlıklarını doğrudan bulmaya yarayan yeni bir terazi icat etmiş. Bilimcimiz, ardından, cisimlerin ağırlık merkezini bulma teorisine yönelmiş. "Sikloid Eğrisi"ni elde etmiş. (sikloid eğrisi ; bir çemberin bir doğru üzerinde ötelenmeden, dönerek ilerlemesi sırasında, çember üzerindeki bir noktanın koordinatlarının oluşturduğu geometrik yol.-meydan sözlükten alıntıdır.- )

Peki bu eğri ne işe yaramış derseniz. Çok işe yaramış. Çeşitli köprülerin inşaasında kullanılmış bir kere. Ve bu çalışmalar sonucu "ivme" ve "atalet" kavramlarının temelleri atılmış.

Galileo, üniversite bana bu kadar yeter deyip ayrılmaya karar vermiş. 1590 yılında "ilk hareket" üzerine ilk araştırmasını yazmış. Ayrıca bulduğu bir çeşit hesaplama aracı topoğrafyacılıkta hala ve hala kullanılmaktadır. Manyetik pusulayı da bulmuş ve bulduğu diğer alet edevatların dış siparişlerini karşılayabilmek için özel bir atölye açmış.

Sıvıların özellikleri, pompalar ve hareket hakkında yazdığı incelemeleri, William Harvey kişisinin kan dolaşımını keşfetmesine yardımcı olmuştur.

(Galileo'nun Ay çizimleri)
(Engizisyon önünde iken bir çeşit canlandırma sanırım.)

(Galileo'nun teleskobu)

Ve yıl 1604. lacivert bir gece , Galileo'nun gözleri gökyüzüne döner ve oradaki çok parlak bir yıldız dikkatini çeker. Hemen ertesi gününe astronomiye merak salmış ve 6 yılın sonunda bir cismi 30 kez büyüten bir teleskop geliştirmiş. Bununla Ay'ın yüzeyindeki bazı dağların yüksekliğini hesaplayıp, gölgeleri çizmiş. Bir yandan istekler bitmiyor tabii, teleskobun da imalatına girişmiş. derken nihayet " Dünya'nın İki Esas Sistemi Üzerine Dialoglar" isimli eserini Papa sansürcüsünün izniyle 1632 şubatında bastırabilmiş. İşte bu büyük bir gürültü kopmasına sebep olmuş, çoğumuz duymuşuzdur hatta. Demişler ki, vay efendim Dünya nasıl Güneş'in etrafında döner, yüce dünya evrenin merkezindedir höytt. Galileo Roma'da o engizisyon önünde sorguya çekilmiş , en son diz çökerek olayı bir şekilde kıvırması gerekmiş, yakılma cezası var çünkü. "yine de dünya dönüyor" diyerek sonlandırmış savunmasını ve sanırım bilimin namusunu yiğitçe korumuş. Fakat engisizyon mahkemesi ileri gelenleri, yine de adamın peşini bırakmamış.

Bu olaydan sonra eserlerinin en önemlisi olan "Yeni Hareket" biliminin temellerini ve malzemenin direncini kapsayan "Yeni iki bilim üzerine dialoglar" kitabını hazırlamış. Ay üzerindeki bulguları ve diğer eserleri Newton'a önemli keşifler kazandırmış.

Böyle böyle yaş 73 olmuş ve Galileo'nun gözleri hiç görmemeye başlamış. Adamcağız kör olmuş. Sağlığı da iyice kötüleşmiş. Ölümünden sonra hıncını alamayan engizisyon, bir mezar taşını bile çok görmüş koskaca Galileo'ya ...

Bilim ve Teknik - 1978 / Şubat sayısından derlemedir.