27 Aralık 2012 Perşembe

Görünmeyen Sanat

l

Sessiz müzik dendiği zaman, özellikle modern toplumlarda yaşayan insanların çoğunluğu, bunun ne olduğunu anlamakta bir hayli güçlük çeker.  "Görünmeyen Sanat" kavramı da aynı şekilde anlamsız görünür, kısır bir kadının çocuğu gibi, olanaksız bir şeydir. Hatta erişilemeyen sanat, düşünülebilir birşey olmasına rağmen, özellikle bile bile erişilmez olursa, daha da anlaşılmaz hal alır. E o zaman mantığı ne dediğinizi duyar gibiyim. E bakalım, neymiş.


Sürrealist Roberto Matta, bir tablosunu bir kutunun iç katına yapıştırdı ve sonra kutuyu açılmayacak şekilde kapadı. Walter de Maria da büyük bir silindirin Münih'in görüldüğü bir dağa gömülmesini önerdi, onun yeri gizlenecek ve bir daha meydana çıkarılmayacaktı. Matta kutusunu satın alacak kimse bulamadı, Maria da kendisine yardım edecek bir yandaş. Sanatın bizim anlayışımız ve duygularımıza göre seyircilere, müziğin de dinleyicilere ihtiyacı vardır.

1950'lerde yaşanan ve söylenti olan bir olaydan bahsedeyim size; uyuşturucu madde kullanan ve çoğu jaz müzisyeni olan birçok gencin hastane kurallarına uymadıklarından dolayı oldukça hafif bir ceza alarak, ellerinden müzik enstürmanları alınmıştı. Onlar bir arada sessizce oturdular, nihayet içlerinden bir saksofonist kendi "görünmeyen saksafonunu" aldı ve sessizce "çalmaya" başladı, çok geçmeden bütün grup ona katıldı. Kendi içlerindeki ambiansı hayal edebiliyor musunuz ?

Biz buna pandomim deriz, müzik değil. Müzik bizim işittiğimiz ve paylaştığımız bir şeydir. Fakat kabile hayatı yaşayan birçok toplumda sessiz müzik eğitimi vardır. Hatta bu kurumlaştırılmıştır. Şarkıcılar çoğu kez kulaklarını tıkarlar böylece sesi içsel titreşime dönüştürürler ya da kapalı tuttukları ağızları içinde küçük müzik enstrümanları çalarlar. Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında, sessiz müzik ruh çağırmanın özü olarak görülüyordu. Ergenlik çağında bir çocuk, arkadaşlarının yanından ayrılır ve bir süre çölde oruç tutardı. Eğer o uygun cinsten ise, ruh ona acır, ona özel güçler bağışlardı, özellikle şarkılar şekilde. Bunlar onun özel malı olur, hiçbir zaman ifşa edilemezdi, belki yalnız ölümden önce ifşa edilirdi ki hatta o zaman bile nadiren.İşkence ve kuşku günlerinde, yalnız başına veya sessiz olarak, koruyucu meleğini yardıma çağırmak için şarkı söylerdi, yardım geldikten sonra da şarkı söylemeye devam ederdi. O aynı zamanda koruyucu meleğine şükran borcunu ödemek için ona görüntüler resmeder veya taşlar üzerine birşeyler oyardı. Bunlar bilinmeyen yerlerde saklanırdı; gökyüzüne bakan kayaların üzerlerinde ya da karanlık yasak mağaralarda. Onlar hiçbir zaman yaşayanların görülmesi için yapılmazdı.

Bunların yanında, buna benzer, muazzam emek harcanan, dağ tepelerine yapılmış veya çöl zeminine kazılmış olanları da vardı. Bunlardan bir tanesi gözle görülemeyecek kadar büyük olan bir devin öyküsünü anımsatırdı. Yerden bakıldığı zaman, anlamsız kaya ve toprak çizgilerinden başka birşey görülmezdi, fakat, gökyüzünden bakıldığında bu çizgiler birbirleriyle uyum içerisinde bir anlam taşırlardı. Günümüzde uçaklar sayesinde, bir zamanlar ruhlar için yapılmış bu çalışmaları rahatlıkla görebiliyoruz gerçi. Kanada'da bu gibi toprak heykeltraşlık işleri genel olarak geometriktir. Meksika ve Amerika Birleşik Devletleri sınırında, birçokları üç boyutlu insan şeklindedir ve çoğunda sevişmekte olan kadın ve erkek figürü resmedilmiştir. Burada, kabilesel dünyanın öteki bölgelerinde olduğu gibi, bu çiftler olasılıkla kabilenin orijinal atalarını "cinsel yaklaşımda" tasvir etmektedir. Bu anıt onlara göre kabilenin kökenini ve genişletilmesi halinde dünyanın başlangıcını simgelemektedir.

Böylesine görüntüler ölümlü gözler için fazlası ile dokunaklıdır. İlaç bohçalarının içerikleri de buna benziyordu. Birçoğu hiçbir zaman açılmamış, dünya yüzü görmemişti, hatta onların sahipleri tarafından bile ki onlar zaten içlerinde neler olduğunu biliyorlardı. Bunlar fetişler olarak kalan ve bohçalar içinde saklanmış olan şarkı ve formüllerle beraber genç kuşaklara emanet edilmişlerdi. Onların açılması demek, özellikle toplum önünde açıklanmaları, bu güçlerin kuvvetlerini azaltabilirdi.

Evet, yazının bu kısmına kadar, eski insanların gerçekten de herşeylerini göstermeye paylaşmaya pek de meraklı olmadıklarını anlıyoruz, ama düşünüyorum da gerçekten anlayabiliyor muyuz ?

Günümüzde haberleşmeden, iletişim halinde olmaktan; bilen birinden bir bilginin bilmeyen birine taşınması olarak söz ederiz. Bir kabilede ise, bilinmesine müsaade edilen şeylerin hepsi zaten bilinirdi, bu bakımdan herhangi bir iletişime gerek yoktu, hatta bu anlamsızdı; bilginin paylaşılması gerek sahibini gerekse bu bilginin niteliğini tehlikeye sokabilirdi. Hatta bir cisim, toplum önünde ortaya çıkarıldığı zaman öyle bir şekilde tutulurdu ki kimse o cismi gerçekten göremezdi.


Haida Kızılderilileri'nde çok ince işlenmiş takırdı kutusu, kalabalık ve büyük ateşlerin yakıldığı törenlerde toplum önünde hızla sallandığı zaman, bu kimsenin farkedemeyeceği belli belirsiz bir görüntüden başka birşey olamazdı. Bizler, sanata halkın malı gözüyle bakarız. Olası her türlü materyali azami bir açıklıkla sergiler ve olanağı olan en büyük halk kitlesinin seyirci olmasını umarız.  Müzeler sanat eserlerini görmek isteyen ve onların kopyalarını satın alan insanlarla dolup boşalır. Oysa onlarda, kabileye ve eve ait olan cisimler herkesin malıdır. Fakat onlar da, yalnız uygun zamanlarda, uygun kişiler tarafından seçilmiş seyirciler önünde sergilenir. Kızılderililerin köylerinde yaşayanlar bütün hayatları boyunca böyle gizli sanat eserleriyle sarılıdırlar, fakat onların hepsi yalnız kendilerinin görmeleri müsaade edilen kıymetli eserleri görür ve işitmelerine müsaade edilen şarkıları dinlerler. Bir hayalin etkisi altında meydana gelen sanat daha da gizli tutulurdu. Özel, kişisel, esinlenme, kişisel şarkılar gibi kişisel kalırdı. Onların halka yayılmaları güçlerini azaltırdı bu yüzden de daha büyük bir özenle saklanırdı. Buna istinaden, resimli stenografi denen bir yöntem ile, hiçbir yabancının anlayamayacağı soyut şekiller üretilirdi. Böylece sanat eserlerinin anlamı yalnız sahiplerinin bileceği birşey olarak kalır ve ölümlerinden sonra da kaybolup giderdi.

Antropolog Wayne Suttles'e göre Salişler arasında, "hayal bireyin biricik yaşantısıydı", bir beceri ve toplumsal durum kaynağı idi. Bunun sahibi onun esas niteliğini gizli tutardı, en azından belli bir zamana kadar. Belki bir kış dansında bir kelime ve bir hareketle ona işaret ederdi. Bundan başka herhangi bir gösterme "belirsiz, iki anlamlı, kapalı" olurdu.

Suttles'e göre, "hayallerin gösterilmesinin de sınırları (koruyucu ruhları) vardı. Yerlilerin geleneklerine göre, herkes kendini eğitmeli ve bir hayale sahip olmalıydı. Fakat onun üzerine fazla açıklama yapmak tehlikeliydi. Zira onun hakkında fazla konuştuğun taktirde, onu "bozabilirdin"; onun seni bırakıp gitmesi hatta seni hasta yapması, ya da düşman şaman tarafından onun senin elinden alınması olasılığı bile vardı. Buna rağmen birgün sen başkalarının sende "birşey" olduğunu bilmelerini istersin. Büyük bir olasılıkla herkes insanların "sahip oldukları şey'in ne olduğu hakkında bazı işaret ve yarı kehanetler işitmişlerdir. Kış dansında bir şarkıya sahip olmak, kuşkusuz, senin "birşeyin" olduğuna işarettir ve şarkının güftesi ve dansın hareketleri onun ne olduğunu belirler. Fakat başka türlü bunu belirleme eğilimleri, tehlikeli olmalarına rağmen daha da fazla ileri gitmekti. "


Bazı kabilelerde hayaller hiçbir zaman somut olarak açığa çıkarılmaz. Bazılarında resimle ifade edilir, fakat sanat anlamını etkileyen zorunluluklarla, esas itibariyle göze görünmeyen imgeler yapmak eğilimiydi. Dışarıya baktığınız zaman doğayı görürsünüz. Fakat içeriye baktığınız zaman doğa ile bağımlı olan o görünmeyen kuvvetleri de görürsünüz ki bunların arasında insan tabiatı da vardır. Bu kör gözleminin anlayışıdır. Bu, gerçeğin görünüşte değil, onu yöneten yasalarda olduğunda ısrar eden modern bilim adamının da yöntemidir.


Eskimo sanatçıları hem doğal görünüşlerle hem de içsel gerçeklerle ilgilenirler. Bir avcı olarak onlar doğayı iyice gözlerler ve sanatçı olarak da yaptıkları oymaları doğaya uydurmaya çalışırlar. Bazı oymacı işleri o kadar gerçekçi ve o kadar ayrıntılıdır ki gerçeği ile ayırt etmekte güçlük çekilebilir. Aynı zamanda bu sanatçılar için; içsel gerçeği resmettikleri zaman, sanat yapay olur ve artık aslına uymaz ve imgeler sürrealistik olur. Bir Netsilik kadınının söylediği gibi, "Biz insanların gerçek yaşamdan ayrı yaşayabildiklerine inanırız."

Danimarkalı etnograf Knud Rasmussen Anqaq'da bir Eskimo Şamanından, ruhlara ait görüntüleri resmetmesini istediği zaman onun kapalı gözlerle saatlerce oturduğunu ve kafasında bir görüntü saptamaya çalıştığını ve yalnız bunu başardıktan sonra ona şekil verdiğini söyler. "Bazen bu olay onu o derece etkilerdi ki, bütün vücuduyla titremeye başlar ve girişimini yarıda bıraktığı olurdu." diyor etnografımız.



          Anarakak, bir Eskimo şamanı ruhla ilgili ona görünen bu "görünmeyen" resimleri, uzun bir zaman sessiz bir dikkat toplaşımı içinde gözleri kapalı oturduğu sırada yapmıştır.    

Bu resmi, kendi memleketine götürüp kendi yerlilerine göstermemeyi kabul ettiği taktirde yapmaya razı olmuş Eskimo şamanı, yalnız şu an görebiliyoruz ne yazık ki.

Peki, bir şarkıyı nasıl resmedersiniz? Bir kelime sadece bir oyukla nasıl gösterilir? Bunun bir olanağı akustik modeldi: mekânı akustik bir şekilde kalıplamak suretiyle gözü kulağın emrine sokmak. Sesin esas niteliğinden biri de onun mekanı doldurmasıdır. Biz, gece müzikle dolsun deriz aynı havanın güzel bir koku ile dolması gibi. Konser dinlerken çoğumuz gözlerimizi kapatırız. Dinleyicilerin oturduğu yerin hoşa giden bir odağı yoktur. O sabit sınırları olmayan bir küredir, mekan o şeyin kendisi tarafından yapılmıştır, onu içeren mekan değildir. O dinamiktir ve daima akış içindedir, kendi ölçülerini andan ana kendi yaratarak... Alaska Eskimo maske yapıcıları düşlerinde işittikleri şarkılardan esinlenmişlerdi. Her şekil, içten gelen bir kuvvete bağımlı olarak kendi ölçülerini yaratıyor, dış baskılar tarafından engellenmeyerek kendi kimliğini doğruluyor. 


Japon ve
Tibet Budizmi de başkaları tarafından görülmemesi gereken gizli resim ve imgelerle doludur. Bazı Budist Mandalaları (sembolik renkli çizgi resimleri) neredeyse biter bitmez yok edilmek zorundadır. Japonların "bonseki" denilen dinsel olmayan sanatlarında da sanatçı yaptığı kumdan tabloları yaklaşık iki hafta sonra parçalamak zorundadır. Navaho kum tablolaro, "kum mandalaları" da aynı işleme tabiidir. Şarkılara gelince, onlar da gizli kalır. Ayinler ve kutsal danslarda da kullanılan maddeler dansın sonuna doğru yok edilirler. Bu adet o kadar yaygındır ki çok eski zamanlardan kalma olduğu düşüncesini akla getirir.


Eskimolar arasında oyma eserler pek az saklanır. İlkbahar gelip de iglu'lar ( Eskimo mağaraları) eriyince, eski konut yerleri çöplerle dolar, bunların arasında özel bir şekilde biçim verilmiş aygıtlar, küçük oyma eserler etrafa yayılıp büyük bir umursamazlıkla kaybolup giderler. 
Eskimo için oyma bir yapıt, bir şarkı gibi hiçbir değer taşımaz. Adamlar bizim gibi maddeye olmayacak değer vermiyorlar hatta hiç değer vermiyorlar. Eğer içinde bir şarkı hissedersen, onu söylersin; eğer fil dişinden bir şeklin doğduğunu görürse, onun meydana gelmesine yardım edersin. Oymacı işlenmemiş fildişini hafifçe elinde tutar ve iki tarafa çevirirken, şöyle söylenir: "Sen Kimsin? Orada saklanan kimdir? ve sonra ah, der, ayıbalığı!" Hemen çalışmaya başlamaz, fildişini yerinden kaldırır, onu gizli şeklini meydana çıkarmak için inceler ve eğer bu derhal görünecek bir durumda değilse, onu görünceye kadar, amaçsız oymaya başlar ve çalıştığı sırada mırıldanır, şarkı söyler. Sonra şekli meydana çıkarır: saklı ayıbalığı artık görünür. O daima oradaydı. O onu yaratmadı, o onu serbest bıraktı, meydana çıkmasına yardımcı oldu, o kadar.

İşte, O Eskimonun ta kendisi, yaratıcı faaliyetin ürününden ziyade o yaratıcı faaliyetin kendisiyle ilgilenir. Sanat onlar için geçici bir olaydır, bir akrabalık denebilir. Saklanmış sanatın birçok şekilleri vardır: Kraliçe Elizabeth devrine ait bir yüzüğün iç kısmına kazılmış bir nişan; bütün Endonezya tapınakları taş yapıların altında saklıdır; Mumya sandıklarının içindeki ölüye doğru bakan resimler gibi ... 


"Bir vakit bir altın broş görmüştüm, şekli soyuttu, ta ki üzerine üfleyene kadar, bu noktada bükülmüş kısımlar KKK harflerini meydana getiriyordu."
Ku Klux Klan. 


Bir kabile herkesin bütün haberlerden aynı zamanda haber aldığı bir toplum olarak tarif edilmiştir. Fakat kuşkusuz bütün olan bitenden değil. Hatta en ufak kabile gruplarının bile gizleri vardır ve onlar esrarlı şeylerden hoşlanırlar ve sanat sevilen bir saklanma yeridir. Kabilesel sanat bilmece resimleriyle hayali aynalar ve karikatür şeklinde stenografik çizgilerle sokulmuş mesajlarla doludur. Bu birkaç anlamlı garip resimlerin birinci katmanını bile yabancı biri anlayamaz. Belki burada, bir kabileyi, paylaşılan bilginin gizlilik yoluyla ilintisine müsaade eden bir topluluk olarak yeniden tarif edebiliriz. Bu yeteneği yitiren bizler, bunun yerine bir gelenek ağı yaratmış bulunmaktayız. Ben çok gözler önünde bir örnek vermek istiyorum, yaptığı her dıdıyı profilinde paylaşan sevgili facebook kullanıcıları. Eminim yazdığım bu yazıyı anlamakta, kendileri ile bütünleştirmekte hatta ucundan kıyısından tanıdık bir tat almakta baya baya güçlük çekeceklerdir. 


Biz gizli şeyleri açığa çıkarmayı severiz. Yani eğer kimse görmeyecekse yapmanın anlamı nedir değil mi?

Afrika fetişlerinden bir müze koleksiyonu her biri deri kefenler içerisinde saklanmış olarak, herkesin merakını üzerine çekti. Sonunda müze müdürlüğü x-ışınlarıyla incelenmesine karar verdi, böylece meraktan kurtulmuş oldular. Eğer yakınımızda bir kızılderili hödüğü görürsek, gider onu açarız, babaannemizin evine gitmişsek, evin bir köşesinde duran sandık dikkatimizi çeker , açıp içinde neler olduğuna bakmak isteriz, şahsen ben çok severim karıştırmayı. 
Amerikan Kızılderilileri kutsal hazinelerini saklamak yerine veya başkalarına vermek yerine yakarlar, biz de buna anlam veremeyiz mesela. Saygı duymaktan başka birşey de yapamayız. 

Belki kabilesel sanattan gelen gerçek mesaj onun şeklinde veya güzelliğinde değil, onun özel kişiliğinden gelen gizliliğindedir. 


"Biz gizle evlenmişizdir.", onu fethetmek veya onun tarafından fethedilmek için değil, fakat onu selamlamak için. 


Bu yazıyı oluştururken, neden artık resim yapamadığım sorunsalı biraz daha anlam kazanmış oldu. İçten içe hissettiğim birşeydi. Çağ atlamış olsak da, insan doğası o kadar da değişmiş olamaz.