24 Temmuz 2013 Çarşamba

Gerçeklik Duygusu

"Bir şeyin gerçekliğine inanmakla onun gerçek olması arasında çok fark vardır. Buna rağmen aşırı bir güvenle inandığımız olaylar vardır. hepimiz iş yerimizi bulacağımıza, yolda kaybolmayacağımıza inanırız. Bunun gibi, düşen bir taşın yere doğru yol alacağına da inanırız. Bu inanca sahip olmak için ne Newton'un çekim kanununu ne de onun Einstein tarafından değiştirilmiş şeklini bilmek şarttır.

Bu güven duygusu nereden geliyor ? Bana öyle geliyor ki, güvenimizi tekrara ve şartlanmaya borçluyuz. Bir taşı on defa bıraksak hep düştüğünü görüyoruz ve ona göre şartlanıyoruz.

Bu şartlanma deneysel olmayabilir, aynı sloganların defalarca tekrarlanması bizi şartlandırabilir. -bilimsel gerçek- sloganında olduğu gibi.

Demek ki alışkanlıklar birçok hallerde gerçeklilik duygusu yaratıyor. Bu gerçeklilik duygusu çok kere yerindedir. Fakat bazı hallerde hiç yerinde değildir. Örneğin yavaş hızla hareket eden sistemlerde yaptığımız deneylere bakarak zamanın hızının  sistemin hızına tâbi olacağına inanmamamız, zamanı mutlak kabul etmemiz halinde olduğu gibi.

Mutlaklık duygusu da bir nevi şartlanmadır: hiç değişmeyen mutlak kanunlar, mutlak gerçekler bulma arzusunda, şartımızı değiştirmemek, olduğumuz yerde kalmak özlemi vardır. Bu bir bakıma yeniliğe karşı direniştir. Daha derin bir tahlille belki de ucunda ölüm korkusu yatmaktadır. Bilgilerimizin mutlak doğru olmasını istiyoruz. Madem ki biz öleceğiz, hiç olmazsa bilgilerimiz, fikirlerimiz mutlak olarak yaşasın. "

7 Temmuz 2013 Pazar

Dinlenme Sanatı

Aktaracağım yazı bundan tee 75 yıl önce ünlü ingiliz yazar ve diplomat Harold Nicolson tarafından yazılmıştır ve yine kendisine ait bir yaşantı ile ilgilidir. Birçok dile çevrilmiş ve ilk 1937 Magazine Digest dergisinde çıkmıştır. 75 yıl öncesinden bahsettiğimiz için dialogları anlamak biraz güç olabilir, aynen olmasa da anlaşılır bir biçimde aktarmaya çalışacağım. 

"Paris Barış konferansı sıralarında, 1919 ilkbaharında bir gün Arthur Balfour ve Lloyd Gerorge'un (tanınmış iki devlet adamı) oturmakta oldukları Nitot Sokağı'ndaki küçük eve gittim. Altı aydan beri çok çalışmış, fazlasıyla yorulmuş ve artık öyle bir hale gelmiştim ki kendi dilimdeki cümleleri bile iki defa okumadan anlayamaz olmuştum. İnsanın, böyle bir duruma geldi mi herşeyi bırakıp dinlenmekten başka yapacağı birşey kalmaz.

Ben de işte o gün İngiliz devlet adamlarının oturdukları Nitot Sokağı'na onlardan bir süre izin almak için gidiyordum. Bir kere benim üyesi bulunduğum hiçbir komisyon pazartesi günü toplanmıyordu. Böylece ben iki tam günden faydalanarak dinlenebilirdim. Acaba deniz kenarına mı gitmeliydim yoksa sırt çantamı alıp da Fontainevleau Ormanı'nda mı dolaşsaydım, İngiltere'ye mi uçsam ya da gidişli dönüşlü bir yataklı tren bileti alıp güneye mi gitseydim? Hiçbirine karar vermiş değildim ve tecrübeli Lord Balfour'dan bunu soracaktım. Odasına girdiğim zaman Balfour bir koltukta oturuyordu; fakat hiçbir zaman tam oturmazdı, adeta koltuğa yatardı, sanki vücudunun en büyük kısmı (bir tarafta bir kol, diğer tarafta bir bacak) bir halı üzerine yayılmıştı. Her zamanki gibi güleç yüzlü ve iyilik etmeye hazırdı.

"Efendim" dedim, benim dinlenmeye ihtiyacım var, kafamın doğru dürüst işlemediğini farkettim. Neresi olursa olsun, derhal bir yere gitmek, buradan uzaklaşmak istiyorum. Eğer bugün öğleden sonra yola çıkarsam tam iki gün istirahat edebilirim. Yüzüme bakarak; "Demek kendinizi çok yorgun hissediyorsunuz?" diye sordu.

"Evet, diye cevap verdim, eğer bir yere mesela Dieppe veya Fontainebleau'ya, hatta Nis'e ya da tamamiyle başka bir tarafa gidebilirsem dinlenebileceğimi zannediyorum, esaslı bir değişikliğe ihtiyacım var."

Bu sözler üzerine Balfour beni yukarıdan aşağıya süzdü ve gülümsemeye başladı. Bu insanların sonsuz hatalarına karşı acımaktan doğan bir gülümseme; Monte Karlo Gazinosu'na birgün girmesi nasip olsaydı, sanırım ki, o koca Yunan bilgesi Aristo da ancak böyle gülümseyebilirdi... Sonra vücudunu biraz toplamaya başladı ve doğruldu. "Hayır, dedi, hayır ! Siz bunların hiçbirini yapmayacaksınız. Sizin dinlenmeye ihtiyacınız var, unutmaya değil. Bunlar birbirinden tamamiyle farklı şeylerdir. Ben bu konuyu büyük bir özenle inceledim. Sizi bu tecrübelerimden faydalandırmama müsaade ediniz. Yalnız size vereceğim direktifleri harfi harfine yapacağınıza bana söz vermelisiniz."

Bunları söyledikten sonra, kalın uzun parmaklarından birini bana doğru uzatarak; "Siz, dedi, derhal kaldığınız Hotel Majestic'e gideceksiniz ve yatacağınıza yatacaksınız. Öğleyin bir şişe güzel şarap içersiniz, içebileceğiniz kadar tabii, sonra saat dörde kadar uyursunuz, bundan sonra size listesini vereceğim kitapları okumaya başlarsınız. Akşam güzel bir yemek yer ve içki içersiniz, fakat ağır bir yemek olmamalı, hafifçe birşeyler. Bu kürü pazar günü saat üçe kadar denersiniz ve sonra yalnız başınıza bir otomobile atlar Versay'a gider gelirsiniz. Pazar günü gene yalnız olarak (yalnız olması çok önemli imiş) güzel bir lokantada yemek yersiniz ve sonra bir tiyatro veya sinemaya gidersiniz. Pazartesi günü hiçbirşeyiniz kalmaz."


Balfour koltuğundan kalktı, yandaki odaya gitti ve elinde birkaç kitapla geldi. Bunlar zamanının meşhur polisiye romanlarıydı, Edgar Wallace, Agate Christi, Oppenheim, Valentine Williams ve başkaları. Onları bana uzattı, bu uzatışında büyük bir ciddilik vardı, sanki orası burası yara bere olmuş bir insana derhal yaptırması için önceden arayıp da hiçbir yerde bulamadığı bir tetanos serumu uzatıyordu.



Tavsiye ettiği kürü gerçekten yaptım (zaten yapmamak elimden gelir miydi?) ve pazartesi sabah tamamiyle gençleşmiş ve kuvvetlenmiş olarak işimin başına döndüm. Balfour'a kitaplarını geri götürdüm ve bana verdiği tavsiyeden dolayı teşekkür ettim. İşte o zaman bana sistemin fizyolojik temellerini açıkladı. "Bakın,dedi, fazla çalışmaktan yorulmak, belli bazı beyin hücrelerinin kanla dolması, hatta muhtemelen iltihaplanması demektir. Bu kan toplanmasını derhal ortadan kaldıracak bir tedavi şeklini bulmak gereklidir. Eğer ekspres treni ile Nis'e gidip gelseydiniz, veya sırtınızda çantanız ormanda dolaşsaydınız, bu yalnızlık içinde düşünceleriniz, beyninizin belirli hücrelerini kanla dolduran aynı şeylere döneceklerdi. Nis'e giden ekspresin tekerleklerinin her raya vuruşu dize komisyondaki üyelerin konuşmalarını hatırlatacaktı. Fontainebleau'nın her kayın veya meşe ağacı komisyonda ortaya atılan ve bir türlü tam çözümü bulunamayan bütün meseleleri yeniden kafanızdan geçirtecekti. Benim kürüm ise çok daha bilimseldir. O diş ağrısına karşı kullanılan tentürdiyot'a benzer. O diş etlerini yakarak başka türlü bir sızlamaya bir tepkiye sebep olur. Bugünün polis romanları beyinin başka tarafındaki hücreleri ısıtır ve bunlar da ihtiyaç gösterecekleri kanı, kanla dolu kısımlardan çekerler. Gördüğümüz gibi, iyileşme bir anda olmaz, fakat sonucu tamdır."


Kaderime müteşekkirim ki hayatımda bir daha Balfour'un kürünü uygulamaya zorlanacak kadar yorulmadım. Fakat o zaman bana verdiği bu dersten dolayı ona minnettar olmadığım hiçbir an yoktur. Çünkü o günden itibaren, ideal tatilin sükunet ve boşluk değil, değişiklik, yapılan işlerin tam tersini yaparak meşgul olmak olduğu gerçeğini öğrenmiş oldum.



Eğer siz mesela dişçi iseniz, tatilinizde tiyatro romanları yazmaya çalışmalısınız; fakat mesleğiniz tiyatro eserleri yazmak ise, o zaman da el işleri, mesela marangozluk yaparak tatilinizi geçirmelisiniz. Büyük bankanın muhasebecisi dinlenmek için boş zamanlarında herhangi bir talih oyunu, tavla vb. oynayarak beyin hücrelerindeki kanı başka kanallara aktarmalıdır, çünkü meslek hayatında büyük bir dikkat ve kuşku içinde olan bu kişinin beyin hücrelerinin çok doymuş olan bu kısmının biraz açlık çekmesi gerekir.


Mesleğinde demir veya betondan başka birşey düşünmeyen müteahhit mimar tatilini tamamiyle kerpiçten yapılmış evlerin bulunduğu köylerde ve yeşillikler içinde evleri ve tabiatı inceleyerek geçirmelidir. Teker teker büyük balıkları tutmakla geçinen balıkçı bunun tamamiyle tersi olan ağla hamsi veya uskumru yakalayan bir dalyanda tatil yapmalıdır. Sigarayı bırakamayanlar, tatillerinde pipo içmeli, bütün yıl araştırmalarla uğraşan bilgin, sulu boya resim yapmakla vaktini geçirmeli, ressam olanlar ise, kelebek koleksiyonu yapmak üzere kelebek yakalamalıdır. Eğer ev, arsa alım satım işleri ile uğraşan bir simsarsanız, Efes'e, eski kralların saray harabelerine, Göreme'ye, Side'ye gidiniz. Bir yataklı vagonda kondoktür müsünüz ? Atlarla uğraşınız, at yarışlarına gidiniz.


Biricik kural tatilinizi katiyen hareketsiz geçirmeyiniz ve ona rahat ve huzur içinde boş kalma dönemi gözüyle bakmayınız. Bunun tamamiyle tersi olarak tatil zamanı her dakikası bir uğraşma, meşgul olma devresi olmalıdır. Burada adeta "fazla çalışmak", idealdir, yalnız yaptığınız şeyler o ana kadar yapmak zorunda kaldığınız şeylerin tam tersi olmalıdır.


Bu demek oluyor ki mesela, ben şu aralar basketbola ağırlık verirsem biraz rahatlayabilirim, canım da çok istiyor hani. Beyinde kan toplanması kısmı ne kadar bilimseldir bilemeyeceğim fakat herkesin kafasında bir fikir oluşmuştur elbet, denemekte fayda var .