30 Ocak 2015 Cuma

Yaşamak veya Var Olmak

Stuart Chase isminde bir ekonomistin "yaşamak" ve "var olmak" adına yaptığı bir tespit - size aktaracağım konu. Her insanın bu konuda kendine göre çıkarımları var, benim bile günümün büyük bir kısmı bunları dolaylı yollardan dahi olsa düşünmekle geçiyor. Biraz önce can sıkıntısı ile ilgili bir makale okurken tam da bu noktaya takılmıştı aklım. Bu derece can sıkıntısı ile bir insan bir ömrü boyunca yaşamaya nasıl dayanabilir. Kendimize yapacak tonlarca uğraş buluyoruz, evet. Bazen haftanın tüm günleri sabahtan akşama kadar kendi başımıza kalamayacak derecede yoğun ve meşgul oluyoruz, peki ya sonrası ? Ya bir noktada kendimize yapacak uğraşlar bulamadığımızda, beynimizi meşgul edecek derecede işkolik olamadığımızda, yaptığımız hiçbir şey eskisi gibi bize heyecan vermemeye başladığında? O zaman şu anki çıkarımlarımızın hangisi geçerli olacak? Mantığımızın hangi kısmı bizi sıkıntıdan ölmekten kurtaracak ?



Evet, ekonomist amcamızın ağzından devam ediyorum konumuza. Şöyle başlıyor:

Önümüzde hayatın değerlerini ölçen sanki bir ölçek var. Bu ölçeğin herhangi bir yerinde ise (belki de pek net olmayan) bir çizgi var. Bu çizginin altı, kişinin şu veya bu şekilde "var oluşunu" üstü ise "yaşayış"ını gösteriyor. Hayatta olmak, gerçekten yaşıyor olmak ne demek ? Hayatın başkaları için ne anlam taşıdığını değil ama benim için ne demek olduğunu biliyorum; değerlendirebilmek için kendimce bir metod da buldum. (güzel bir yöntem, biraz gerçekler acıdır tadında)




Her gelen günün yaşadığınız saatlerinin yanına"artı" işareti, ölü saatlerinin yanına da "eksi" işareti koyun; yaşanan saatleri yaşatan, ölü saatleri öldürenin ne olduğunu böylece bulun. Gerçi böyle bir analizle hayatın gerçeğini bulup çıkarmak mümkün mü? Şair, "HAYIR..." diyecektir ama ben bir muhasebeciyim ve sadece boş zamanlarımda şiir yazarım.

Notlarım, yaşadığımı hissettiğim onbir ve sadece var olduğumu hissettiğim altı durumun sınıflandırıldığını gösteriyor. Bu durumlar, belirtmesi gereksiz ama yine de söyleyeyim, tabii belli başlı olanlarını. Ayrıca, analiz edilemeyecek  kadar belirsiz durumlarla da karşılaştım. Onbir "artı" reaksiyonum şunlar:


Bir şey yaratırken - örneğin bu makaleyi  yazarken, bir resim karalarken, ekonomik bir teori üzerinde çalışırken, bir kitaplık yaparken, yaşıyor gibiyim.





Sanat, bana hayat veriyor. İyi bir roman, bazı şiirler, resimler ve operalar, pek çok mimari yapı, binalar ve bilhassa köprüler beni o derece etkiliyor ki, artistin kanını adeta damarlarımda hissediyorum.

Dağlar, deniz ve yıldızlar - binlerce şairin bütün eski konuları, beni yeniden canlandırıyor. Ancak, sanatla ilgili olunca işlem otomatik olmaktan çıkıyor. Ben (ki bazen denizden nefret etmiştim diyor) bunları gördüğüm zaman genellikle kendimi varoluş çizgisinin üzerinde hissederim.

Aşk, hayattır; canlıdır ve kuvvetlidir. Kişinin arkadaşına duyduğu sevgi de benim için gerçek bir duygudur.

İyi bir sohbet, iyi bir tartışma içindeyken yaşarım. Benim için gerçek olan fikirler üzerinde durmak, bana bir çeşit canlılık verir.

Tehlike içindeyken yaşarım, örneğin dağa tırmanırken. (şair burada adrenalin salgısına sesleniyor.)

Çok fazla üzüntülüyken yaşadığımı iyice hissederim. (şair değil ama ben buna negatif bir şekilde katılıyorum, üzüntünün sonu yok lakin, uzun tutmamak gerekir uyarayım.)

Spor yaparken yaşarım, tercihen açık havalarda yapılanlarda; yüzmek, kızak ve kayak, koşu, bazen araba kullanmak, bazen yürümek gibi.

Kişi uzun süre aç kaldıktan sonra, bir şeyler yediği zaman ve yorucu bir tırmanıştan sonra soğuk bir pınara dudaklarını değdirdiği zaman da yaşadığını hisseder. Kişi, uyuduğu zaman yaşıyor. Açıkhavada geçirilen günün sonundaki derin, sıhhatli uyku, insana sessizce çalışan bir dinamo hissini veriyor.

İçten, candan güldüğüm zaman yaşıyorum.




Bu "yaşanan" anlara karşıt olarak, şu "var olma" durumlarını buldum:

Herhangi bir sıkıcı işi yaptığım zaman, örneğin; bulaşık yıkadığım, birçok mektuba cevap verdiğim, para işleriyle uğraştığım, traş olduğum, tramvaya bindiğim, alışveriş yaptığım zamanlar var oluyorum.

Vasat seviyede sosyal bir fonksiyon içindeysem, çay, yemek, tatsız insanların konuşmalarını dinlemek gibi, var oluyorum.

İhtiyacı yokken yemek, içmek veya uyumak, yaşamak değil var olmaktır.

Eski monoton şeyler, şehir duvarları, çok bilinen sokaklar, evler, odalar, eşyalar ve giyecekler, kişişyi varoluş seviyesine sürükler.

Büyük şehirlerin pis semtlerinde görülen cinsten tüm çirkinlikler, beni son derece rahatsız eder.

Sinirlendiğim zaman, yaşamaktan uzağımdır. Kavgalar, anlaşmazlıklar ve "hakkından gelmeler" in çıkmaz sokaklarında, ben sadece var olmuşumdur.

Ve işte böylece, bir genelleme yaparak, "hayat"ı "var oluş"tan ayırdım. Tabii ki, "yaşamak" çoğunlukla, fiziki koşulların tamamen dışında kalan ruhsal bir durumdur. Kişi, bir bahar günü, eski monoton çevre içinde de olsa, birden bire yaşadığını hissedebilir. Bazen bulaşık yıkamak bile eğlenceli gelebilir, veya traş olan kimse şarkı söylemeye başlar; fakar bu taşkınlıklar tamamen anormaldir.

Notlarım, bir haftanın 168 saatinin sadece 40'ında veya zamanın %25 inde "yaşadığımı" gösteriyor. Bu süre bana, biraz yaratıcı çalışma yapma, bir pazar yürüyüşü, acıkma, sıhhatli uyku, biraz okuma, bir temsilin iki sahnesi, bir filmin bir kısmı, arkadaşlarla sekiz saatlik enteresan bir tartışma yapma olanağı sağladı. Beni bağlayan, daha çok ekonomik ihtiyaç  zincirlerinin altında doğrulabilseydim, aynı 168 saatte, eminim, iki misli "yaşamam" mümkün olurdu.

Beni "yaşama"dan uzaklaştıran durumlar, pek çoklarını da uzaklaştırıyor olabilir. Bir genelleme yapacak olursak, kişinin kurtuluşu, tüm insanlığınkine bağlıdır. yaşama oranı toplum kitleninkiyle birlikte artar.

Diyor sevgili amcamız, how to live with life dergisindeki makalesinde...

Son sözü söyleyen benmiş gibi görüneyim ama siz yine de kendi çıkarımlarınızı kendiniz yapın. Bir insan sadece var olarak da yaşamını sürdürebilir. Yaşamak illa şart değil, kaldı ki kaçımız gerçekten yaşadığını hissediyor aramızda. Fakat hiçbir zaman kontrol edemeyeceğimiz şu zaman unsuru, biz onu öldürmeye çalışırken o bizi öldürmeye hazırlanıyor. Kaybetmemek lazım. Yaşadığımızı hissedebilmeyi istemek lazım. Belki balkonunuzdaki örümcekleri yok ederek veyahut aşırı lüks bir araba kullanarak. Ya da böyle oturup saçma sapan şeylerle uğraşarak.

(Sıkılmak böyle bir şey iki gözüm.)