1 Eylül 2013 Pazar

Dinleme Sanatı





(Hafif sohbetli, pek lezzetli, az da geç kalınmış bir sabah kahvaltısının ardından odama çekildim, kitaplarımı karıştırdım ve bu konuyu seçtim sıradaki paylaşımım için. Gündemimize de uygun olarak, Atatürk'ün meşhur fotoğraflarından birini paylaşmak istedim. Basit gibi görünüyor, bir insanı dinleyebilmek hiç ama hiç kolay değil aslında. Dinliyor gibi görünmeyi öğrenebilmişiz fakat gerçekten dinleyebilmek zor. Ben bile, kendimde bu eksikliği görüyorum ve düzeltmek için elimden geleni yapıyorum.
Okuduklarınızın beyninizin içinde yer edinip orada kalabilmesi dileklerimle, afiyetle.)


Dost kazanma ve insanlara tesir etme üzerine yazdığı kitapla meşhur olan Dale Carnegie'nin insanlarla dost olabilmek için tavsiye ettiği altı prensipten bir tanesi ve belki de en önemlisi, iyi bir dinleyici olmak, söyleneni dikkatle dinlemek, karşınızdakine kendisini dinlettirmek imkanı vermektir.


Eskiler, "bir konuş, iki dinle derlerdi." Bir zamanların İngiliz Dışişleri Bakanlarından Lord Chesterfield de, bir iş için yanına gittiğiniz adamın söyleyeceklerini, sıkıntı ve üzüntülerini hakkı ile dinlerseniz, onunla herhangi bir iş yapmaktan öte onu memnun etmiş olursunuz, der. (Günümüzde hiçbirimizin umurunda değildir karşımızdaki insanın memnuniyeti mesela, günümüze taşımaya layık görmediğimiz değer yargılarından biri daha.)


Bütün bunların herkesçe kabul edilmesine, dinlemenin faydalı ve lüzumlu olduğunu bilmemize rağmen, hiçbirimiz tam olarak, yani kulak kesilerek dinleyemeyiz ve bir parça naziksek, dinler görünür, arada bir, evet, ya, doğru hakkınız var gibi laflarla karşımızdakinin sözlerine güya cevaplar vermiş oluruz.


Acaba bunun sebebi nedir? (bence egoistlik ve üşengeçlik) Bilimsel açıdan şöyle açıklanıyor, bir kere dinlemenin zeka ile hiçbir ilgisinin olmadığı ve dinleme hassasiyetinin eğitim, tecrübe ve yetiştirme ile geliştiği meydana çıktı. Bir insan istediği kadar zeki ve anlayışlı olsun, eğer dinlemeye tahammül gösterecek kadar kendini sıkmaz, bunun lüzumuna kanaat getirmez ve dinlemeyi bir alışkanlık haline getirmezse, cümle veya fikirlerin yarısından sonra söyleneni izleyemez. ( Her ne kadar bir insanı dinlemek için tahammül sınırlarımızı zorlayıp bunun gerekliliğine kanaat getirmemiz gerekse de, ağızlarından çıkacak bir tek kelimenin bile dinlenmeye değer olmadığı beş para etmez insanlar da vardır ve bunları ayırt etmek de önemlidir. Gündemimizde örnekleri çok, kendiniz ilişkilendiriniz. )

Gene bu konudaki araştırmaların meydana çıkardığı bir gerçek de, okullarda öğrencilerin okuma kabiliyetlerinin devamlı surette artmasına rağmen, dinleme kabiliyetlerinin azalması ve hatta zamanla kabolmasıdır. Minnesota Üniversitesi hitabet Profesörü Dr. Ralph G. Nichols'a göre tipik bir talebe üniversiteden oldukça iyi bir okuyucu ve kötü bir dinleyici olarak çıkar. Ve hayata atılır, fakat içinde yaşamaya mecbur olduğu toplumda ondan okuduğunun en aşağı üç misli dinlemesi istenir. İki alanda iyi dinlemeye olan ihtiyaç hayatidir, biri haberleşmede, öteki de personelde iyi bir moral düzeyinin sağlanmasında.


Bu konuda yapılan testlerde tespit edildiğine göre astlarına işleri ile ilgili beş dakikalık tipik bir konuşma yapan bir amirin söylediklerinin ancak yüzde otuzu onların aklında kalmıştır. Amirlerini niçin sevdikleri sorulan binlerce memur ve işçi şu cevabı vermiştir: " Çünkü o beni dinler, ben onunla istediğim gibi konuşabilirim." (Kişisel, sosyal ilişkilerimizde de böyle değil midir zaten. Dikkat edin, bizi dinleyen insanlara karşı daha sıcak duygular besleriz. Dinlemeyi, söylediklerimizi anlamayı başaramayan insanlardan bir müddet sonra uzaklaşırız.)


Esas itibari ile kötü dinlemenin sebebi, dinleyenin söyleyenin konuşmasından çok daha sür'atle düşünmesidir. (Bu cümleyi tekrar tekrar okuyunuz.)


Dr. Nichols kişisi bir de şöyle demiş:
"Bu, biz dinlerken beynimizden, kendi kabiliyetinden çok daha aşağıda olan kelimeleri kabul etmesini istememiz demektir."


İşte düşünme sürecini yavaşlatmanın güç birşey olduğu anlaşılıyor. Biz dinliyoruz, fakat gene de bu arada düşünmeye vakit buluyoruz. Bu ara düşünme sürecinin iyi veya kötü kullanılması, bir insanın söylenen söze ne kadar iyi dikkat ettiğinin, yani onu dinlediğinin ölçüsüdür. Hepimiz bugünden başlayarak bir test yaspabiliriz. Birini dinlerken acaba düşüncelerimiz o konudan uzaklaşarak, dışarılara, başka konulara, kendimizle ilgili meselelere kaçıyor mu ? (Bir keresinde arkadaşıma dert yanıyordum, başıma gelen kendimce kötü olarak nitelendirdiğim bir konu hakkında. Arkadaşım sözümü yarıda kesip, o da birşey mi bak benim başıma daha kötüsü geldi şeklinde bir giriş ile kendinden bahsetmeye başlamıştı. Buyrun, "mükemmel" bir dilnleyici örneği. =] Maalesef, nadir olarak görüşsem de o kişi hala hayatımda.)


Bize söyleneni tam takip edip anlayabiliyor muyuz, yoksa bazen düşüncelerimizi oradan kilometrelerce uzaklarda mı yakalıyoruz? İşte o zaman tam dinleyemiyoruz, dinlemeyi beceremiyoruz demektir. İnsanlar karşılarındakileri bir parça daha iyi ve anlayışla dinleyebilseler, emin olun, problemlerimizin yarısından fazlası kendiliklerinden çözülürdü.

Ne yazık ki, dinlemek insanlara güç geliyor, çünkü biz kendimizle çok fazla meşgulüz. 

(Söyleyenden dinleyen arif gerek. Aynı zamanda, bana; konuşmayı bilen, konuşabildiği kadar susup dinlemeyi bilen, olgun, kendisini zihnen yetiştirmiş ve geliştirmiş, akıllı, biraz da mütevazi, zihni temiz, yüreği sağlıklı insanlar gerek.)

Not: Bu bir ilan değildir.

                                                 
                                                                                   Bilim ve Teknik 1972 Mayıs Sayısından Derlemedir.