17 Ocak 2014 Cuma

İki Başlı Ejder


               



Başından söylemeliyim, konumuzun mistik yaratıklarla bir alakası yok, kandırıldınız.

Bahsedeceklerim o kadar da sıkıcı değiller aslında, bir okuyun derim.


Bu sefer duygu ile mantık ikilisinden bahsedeceğim biraz. Bunu yaparken de beynini kullanmayı beceremeyen insanlara tabiki de laf sokmaya çalışmayacağım.

Duygusallar ve mantıkçılar. Fizikçiler ve lirikler. Bilim adamları ve sanatçılar. Birbirinden sanki çok farklıymış gibi görünen daha birçoğu. Bu konudaki tartışmalar sadece basında değil, günlük yaşantıda da gayet yaygındır. O halde sorumuzu soralım: "fizik"çi, aynı zamanda bir "lirik" olamaz mı ? İnsanlığı duygusallar ve mantıkçılar diye ikiye ayırmak acaba gerçekten insan tabiatına uymakta mıdır?

Sol ve sağ beyin küreleri birbirlerine çok benzer, buna rağmen görevleri çok farklıdır. Beynin sol yarısı, gövdenin sağ yarısına komut verir ve düşünmemizi sağlar. Özellikle mantık ve okuma-yazma-konuşma (dil) görevini yüklenmiştir. Beynin sağ yarısı gövdenin sol yarısını kontrol eder, görevleri ise şunlardır; duygular, algılar, insanın uzaydaki konumu, sezi ve hayal. Beynin sağ yarısı ne kadar gelişmişse insan o derece sanatçı olma eğilimindedir.






Evrimin armağanı; 

Beyin yarım küreleri birbirine o kadar benzemektedir ki her yarım kürenin ayrı bir görevi olduğunu kabul edebilmek kolay değildir. Özellikle göz, kulak ... gibi duyu organlarındaki biçimsel simetri bu organların görevlerine de yansımakta iken. Bununla birlikte beynin sol ve sağ yarım kürelerinin görevlerinin birbirinden farklı olduğu bir gerçektir. Sağlam insanlar üzerinde yapılan testlerle kanıtlanmıştır. Eğer beynin sağ yarımını çalıştıracak olursak beynin elektrik dalgalarında (bilimsel adı elektroensefalogram bilineni EEG) şöyle bir değişim olur; sağ yarımküre üzerindeki elektrik aktivite artarken sol yarımküre üzerindeki azalır. Sol yarım küreyi çalıştıracak bir sorun ortaya koyarsak bunun karşıtı bir sonuç alınır. Beyinde böyle bir "iş bölümü" oluşu beynin görev bakımından simetrik olmadığını kanıtlar. Asıl can alıcı nokta da budur; beynin görev bakımından simetrik olmayışı insanlarda "düşünce"nin oluşmasını sağlamaktadır. Hayvanların beyninde hem biçim hem de görev bakımından simetri vardır, bu da dünyada tek düşünen türün insan (homo x2 saphiens) oluşunu açıklamaktadır.

Doğal seçilme (seleksiyon natürel) yasalarına göre hayatta kalabilmek için canlılara nasıl "düşünceler" gerekliydi? Hayvanın en yakın tehlikeyi görmesini ve çevresindeki ani değişmelere cevap verebilmesini sağlayan düşünceler. Hayvanlarda her iki beyin yarım küresi de çevreden gelen uyarıları değerlendirmek ve kaslara ve diğer organlara komuta etmekle "meşgul"dür, her iki beyin yarım küresi de aynı derecede çalışır. (Hayvanlarda beynin hem yapı, hem de görev bakımından simetrik oluşu laboratuvar testleri ile de kanıtlanmış bu arada.)



Beynimiz görev bakımından asimetrik olmasa idi, insan dünya üzerindeki herhangi bir diğer yaratıktan farklı olmayacaktı belki de. (hayal edemiyorum) "Evrimin bize verdiği en cömert armağan" diyor derlediğim kaynakta. Beynin sağ yarımküresi insanı "koruyucu" görevleri yüklenmiştir: çevredeki değişiklikleri izlemek, herşeyi somut olarak "görmek" ve insanın uzaydaki konumunu belirlemek, insanın çeşitli olaylar karşısında çeşitli tepkiler göstermesini sağlamak. Beynin sol yarım küresi, üzerinden önemli bir yük kalkmış olduğu için, toplumsal hayatın değişik öğelerini çözümlemek (analiz) ve birleştirmek (sentez) olanağına kavuştu, bu öğeleri belirli sembol ve işaretlerle gösterdi. Bu şekilde, kavramların oluşması olanağı doğdu. İnsanda beynin sol ve sağ yarım küreleri arasında iş bölümü yapılması sonucu beynin etkinliği çok arttı, beynin çalışması akla daha uygun ve daha verimli bir hal aldı, bu sayede konuşma, yazma ve hesaplama doğdu. ( aha da şu an sen ne yapıyorsan ve ben ne yapıyorsam ve o ne yapmaya çalışıyorsa )

Uyumun Değişkenleri;

Sağ yarı kürede duygular ve algılar, sol yarı kürede ise mantıklı düşünce doğmakta ise de en az bunlar kadar doğru bir gerçek daha vardır; çeşitli sorunları çözmek esnasında her iki yarı küre birbirleriyle iş birliği yaparlar. Örneğin bir roman veya şiir okumakta olan bir astronomu ele alalım. ( kaynakta fizikçi diyor ama bana ne ben kendimi koyarım evrenin merkezine) (astronom'un ne olduğunu bilmeyen çoktu gerçi)  Harflerin görüntüleri beynin sol yarım küresine gelir ve orada çözümlenir. Fakat romandaki kişilikleri ve onların eylemlerini duygusal açıdan değerlendirecek olan sağ yarı küredir. O halde prensip olarak diyebiliriz ki "astronom" aynı zamanda lirik olmak zorundadır, çünkü astronomun beyninde her insanda olduğu gibi mantık merkezleri ile duygu merkezleri birbirlerinden bağımsız değil, tam tersine birbirleriyle bağlantılı olarak çalışmaktadır.

O halde şunu söyleyebiliriz; Bilincimiz ve beynimiz görev açısından eşsiz ve bölünmez bir bütünlük içindedir.

;
                                        (Vitruvian Man)


Strateji ve Taktik;

Fakat şöyle birşey var ki, eğer sorun "hissiz" veya bunun tersine "mantıksız" bir insanı tedaviden ibaret olsaydı, çözümü yalnız nörofizyologlara bırakmak yeterdi. Ne yazık ki problem daha ciddidir. Bireylerin gelişmesi konusunda toplumun taktik ve stratejik görevleri arasında diyalektik bir çelişki vardır. Tabii herkes önünde her bakımdan aydınlanmış bir insan görmek ister, fakat ne var ki bilim ve üretimin insanlara yüklediği somut görevler bunun tam karşıtını gerektirmektedir. (Gerçeklere geldik.) Dar bir alanda uzmanlaşmak ve üzerinde çalışılan konuyu dağıtmadan onun derinliğine inmek zorunluluğu vardır.

Bir diğer sorun, hepimiz çok yetenekli olduğu halde şu veya bu meslekte ortalamanın üstüne yükselemeyen insanlara rastlamışızdır. Hayattaki yerimizi nasıl bulmalıyız? Bu biraz gerçek dışı kalıyor günümüz şartlarına bakarsak. Belki de insanın belli bir mesleğe eğilimi ile beyninin sol  veya sağ yarı küresinde bulunan enerji miktarları arasında bir ilişki vardır. Eğer durum böyle ise ilerde bu eğilimin ne olduğunu daha çocuk yaşlardan bulmamız olanağı doğacaktır.

Bir an için, ilerde doğayı tanımak için mantıktan daha etkili yöntemlerin bulunacağını düşünelim. Bugün bile ciddi bilimsel problemleri çözmek için duyguları harekete geçirmeyi öngören kuramsal (teorik) sistemler vardır. Bir yöntemde, çeşitli mesleklerden beş, on veya yirmi bilim adamı bir araya getirilir, kendilerinden belli bir problem üzerinde ne düşündüklerini açıkça söylemeleri ve bu konuda anlamsız bile olsa çeşitli varsayımlar ileri sürmeleri istenir. Herşeye izin verilmiştir, yalnız konuşanın düşüncelerini eleştirmek yasaktır. (ki bilim camiasındakilerin en sevdiği şeyin diğer bilim insanlarını ve de çalışmalarını eleştirmek olduğunu düşünürsek, biraz zor) Bu yarışmada, oyun havası içinde bilginler iyice rahatlarlar. Genel bir kural olarak çözüme - ki çok orjinaldir - hızla varılır, bilinen araştırma metodlarından çok daha hızlı olarak.

Bu sonucun elde edilmesinde mantık mı, yoksa duygular mı rol oynamıştır ? Bu soruyu artık sormayalım, o kadar yazdım işte. Bu yöntem bir ipucu bulma ve beynin duygusal ve düşünsel merkezlerini birlikte çalıştırma kuralına dayanmaktadır. Duygular bilgilerin kazanılmasında kendilerine düşen rolü oynamaya başlayınca bireyleri geliştirmenin, taktik ve stratejisi arasındaki çelişki ortadan kalkacaktır. Çünkü, o zaman hem taktik hem strateji aynı amaca yönelik olacaktır: İnsanın duygusal ve düşünsel güçlerinin birleştirilmesi...

Evet gelelim sonuca, bu iki başlı bir ejder değildir demeye getiriyoruz son olarak,

Şimdiye dek söylenenler beynin görevsel asimetrisinin tüm ugulamalarını kapsamıyor. Hiç akla gelmedik uygulamalar çıkabilir. Örneğin, "yapay zeka" yaratmak isteyenleri bekleyen başlıca güçlük şudur: "imaj" ların tanınması. Mühendisler insan beyninde imajların yani imgelerin nasıl tanındığını tam olarak bilmediklerinden yapmak istedikleri yapay beyinde bu imgeleri kopya edememişlerdi. Bugün biliniyor ki, sağ küre, imgeleri sinyaller olarak yakalamakta, sol yarı küre ise onları birbirleriyle birleştirmektedir. Bu yeni bilgilerin "düşünen makine" yaratılmasında işe yarayacağı umulabilir.


                                           (Battlestar Galactica- Bir Adet Cylon)

İnsan; dünya üzerinde kendini tanıyan, ruhundaki ve gövdesindeki olumlu ve olumsuz yanları değerlendiren tek türdür; bu, doğanın insanlara en büyük armağınıdır. (armağan olarak görebilirsen) Biz, evrimin ürünü olan birşeyi, zihinsel çalışmaların beyindeki düzenini bile değiştirebiliyoruz. Düşünün.





                                                                                     Bilim ve Teknik - 1977 Şubat Sayısından Derlemedir. 

5 Ocak 2014 Pazar

Dur! ve Dinle ...



" Geceleri dışarı çıkar, gökyüzüne bakar ve yıldızları görürsün, onlar yalnız bir gece için dönüp durmazlar, bütün bir yıl bütün mevsimlerde oradadırlar. Bütün bir ömür boyunca onların ortak kalıplarında en ufak bir değişiklik yapmadıklarını görürsün, aynı takım yıldızlar, aynı kutup yıldızı aynı büyük ayı, aynı kartal ve kuğu kuşu. Sonra ay'ı görürsün, yeni ayın en ince sivri uçlu altın renkli ayça'sından, dolunay'ın kalın gümüşten yuvarlaklığına kadar, gittikçe daha geç doğan, küçülen, büzülen  ve kaybolan insanoğlunun geceleyin gökyüzüne ilk baktığı zamandan beri bildiği ayın bütün o evreleri ...

Güneş'in doğuşunu ve batışını görürsün, onlar geçen bütün günlerde yalnız bir iki dakika farklıdırlar. Zaman, mevsimlerin geçişi, kökenini ay'dan alan aylarla, güneşsel yıllar ve günler. Zaman on milyon yıl içinde bir saniyenin farkına varabileceğimiz bir parçası kadar bile değişmedi. İki ayağı üzerinde duran, güneş'in doğuşunu hayretle seyreden ve zamanın akışına hayranlık duyan ilk adam, bizim bugün bildiğimiz gündüz kadar gündüzü ve aynı yılı biliyordu. Ot o zaman da bugünkü gibi kendiliğinden büyüyordu ve meyveler de bugün o adamın zamanında olduğu gibi olgunlaşıyor.

Fakat insanoğlu, gezisinin herhangi bir anında yalnız günleri değil, saatleri, dakikaları ve saniyeleri saymaya başladı. Zaman değişmiyordu fakat insan kendisini kendi yarattığı zaman tuzaklarına kaptırmıştı. Kulaklarına gelen bütün yankılar ona " çabuk, çabuk daha çabuk ! " diyorlardı. Yalnız arada sırada biri duruyor ve "niçin? neden?" sorusunu sormak cesaretini gösteriyordu. "